ANA SAYFA

 

Sosyalizm nasıl gelebilir?

İşçi Demokrasisi’nin hedefi sınıfsız, sömürüsüz bir toplum. Böyle bir toplumun yaratılması için öncelikle kapitalizmin yıkılıp yerine sosyalizmin getirilmesi, yani işçi iktidarı gerekiyor. İşçi iktidarı için de iki temel koşul var: Birincisi işçi sınıfının kitle eylemleri, ikincisi ise bu eylemleri bir işçi iktidarına yönlendirebilecek devrimci bir işçi partisi.

Kapitalist sistem işçileri mücadele etmek zorunda bırakır. Bazen bu mücadeleler bir fırtınaya dönüşüp bütün toplumu saran ve sarsan bir düzeye ulaşır. İşçi sınıfının mücadele tarihi bu tür kalkışmalarla doludur. Ancak böylesi devrimci durumların sosyalist bir devrime dönüştüğü tek örnek vardır: 1917 Rus Devrimi. Tarihimizdeki diğer devrimci kalkışmaların başarısızlıkla sonuçlanmasının temel nedeni yeterince güçlü ve deneyimli, doğru politikalara sahip devrimci bir işçi partisinin olmayışıdır.

Kitle grev ve eylemleri, yani milyonlarca işçinin eskisi gibi yönetilmeye karşı çıkması sosyalizm için yeterli değildir. İşçi sınıfının en militan, en bilinçli kesiminin, sosyalist işçi liderlerinin sınıfımızın geçmiş deneyimlerinden dersler çıkararak ortak hareket etmesini sağlayacak bir örgütlülük zorunluluktur. İşçi Demokrasisi şimdiden böyle bir örgütlülük yaratmak için mücadele ediyor.

Eşitsiz bilinç

Toplumda yaşayan insanların bilinçleri eşitsizdir. Politik tercihler bu eşitsizliğin göstergesidir. Türkiye’de toplumun büyük kesimi sağ partileri destekler. Kimisi faşist MHP’nin, kimisi islamcı FP’nin, kimisi DYP ve ANAP gibi merkez sağ partilerin fikirlerini benimser. Daha solda olanlar ise DSP ve CHP’nin fikirlerini desteklerler. Siyasi yelpazenin en solunda duran sosyalistler ise (ne yazık ki) toplumun ancak yüzde 1-2 kadarının benimsediği fikirleri temsil ederler.

Bu genel tablo işçi sınıfı için de (üç aşağı beş yukarı) aynıdır. İşçi sınıfı içinde faşistlerin ve islamcıların fikirleri biraz daha az, sosyal demokratların fikirleri ise biraz daha fazla etkilidir. Ama işçi sınıfının bağımsız çıkarlarını ve fikirlerini savunan sosyalist görüşler ne yazık ki işçi sınıfı içinde de çok küçük bir azınlık tarafından benimsenmektedir.

Peki neden durum böyle? Neden işçi sınıfının büyük bölümü, kendi çıkarına olmayan bu sistemin açık savunucusu olan sağ partilerin fikirlerinin etkisi altında? İşçi sınıfının çıkarlarının yılmaz savunucusu olan sosyalistler neden küçük bir azınlık? Neden kendisini “solcu” olarak tanımlayan işçiler bile sosyalist partilere değil de sosyal demokrat partilere rağbet ediyorlar?

Egemen fikirler

Marks, “toplumdaki egemen fikirlerin egemen sınıfın fikirleri” olduğunu söyler. Materyalist yaklaşım, insanın toplumsal bir yaratık olduğunu, insanı içinde yaşadığı toplumun belirlediğini savunur. Buna göre, bir toplumdaki fikirsel egemenlik o toplumdaki maddi egemenlikten bağımsız olamaz. Günlük yaşamı kontrol edenler toplumun genelinin fikirlerini de belirleme olanağına sahiptirler. Eğitim sistemini, gazete ve televizyonları, işyerlerini, okulları, mahalleleri kontrol edenler toplumun fikirlerini de kontrol ediyorlar. Günlük sertifika satarak cep telefonu pazarlayanların sertifikanın yanı sıra bizi 20-30 sayfalık gazetelerini (fikirlerini yani) almaya zorlamalarının nedeni budur.

Eğer büyükbabanız, büyükanneniz, babanız ve anneniz sömürülmüş, ezilmişlerse ve siz de onlar gibi sömürülmeye, ezilmeye maruz kalıyorsanız çocuğunuzun büyüyünce sizin gibi sömürülüp ezilmeyeceğini düşünmeniz oldukça zordur. Eğer yaşamınızı doğrudan ilgilendiren bir çok önemli karar hep küçük bir azınlıkça alınıyor, büyük çoğunluk ise buna uygun davranmak zorunda kalıyorsa başka türlü bir sistemi hayal etmek bile zordur. “Böyle gelmiş, böyle gider” dersiniz.

Çelişkili fikirler

Marks, “işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” diyor. Eğer işçiler egemenlerin fikirlerinin etkisi altındaysa nasıl olacak da kendilerini kurtarabilecekler? Hemen umutsuzluğa düşmemek gerekiyor.

Günlük yaşamı kontrol edenlerin, yani yönetici sınıfın fikirleri hepimizi aynı oranda etkileyemiyor. Çünkü genel olarak aynı sistem içinde benzer koşullarda yaşasak da her bireyin kendi yaşam deneyimi (günlük yaşamı yani) birbirinden farklılaşıyor. Bu da tek tek bireylerin farklı bilinçlerine neden oluyor.

Eğer işyerinizde her seferinde sendikalaşmaya çabası içine girenler işten atılmışsa orada sendikanın kurulabileceğini düşünmeniz zordur. Ancak işyerinizdeki sendika kurma çabası başarıyla sonuçlanmışsa bunun tersini düşünürsünüz. Alevi, Kürt, Çingene veya gayri-müslim bir ailedenseniz, kadınsanız ya da eşcinselseniz bu sistemin baskıcılığını ve adaletsizliğini diğer insanlardan daha hızlı görmeniz mümkün olur. Bu durumu görmek ise (toplumsal mücadelenin durumuna göre) sizi daha çok mücadele etmeye ya da daha çok sinmeye itebilir.

Aslında tek tek işçilerin fikirleri oldukça çelişkilidir. Bunun nedeni onların kafasının karışıklığı değil, hayatın kendisinin çelişkili olmasıdır. Örneğin Sabancı’nın işçilerini ele alalım. Çoğunun kafasında “Sabancı’nın onlara ekmek kapısı açan iyi birisi olduğu” fikri ile “Sabancı’nın onları sömürerek zenginliğine zenginlik katan bir asalak olduğu” fikri birlikte vardır. Her iki fikir de temelini maddi yaşamdan alır.

Çelişkili fikirlere bir başka örnek de medya konusunda verilebilir. Karşımızı ilk çıkan 1000 kişiye “medyaya yalan söyler mi?” diye sorsak büyük çoğunluk çok kararlı biçimde “evet” yanıtını verir. Ancak aynı 1000 kişiye o gün gazete ve televizyonlarda çıkan bir habere ilişkin sorular sorsak yine büyük çoğunluğun o haberin etkisi altında olduğunu görürüz.

Nasıl değişir?

Marks’ın “insan sarayda başka, kulübede başka düşünür” sözü yolumuzu aydınlatır. Eğer işyerinde, okulda, mahalledeki kontrol patronun, müdürün, polisin elindeyse kitlelerin egemen fikirlerin etkisinden sıyrılması olanaksızdır. Ne zaman bir grev olsa, ne zaman bir işgal ya da direniş olsa, yani ne zaman günlük yaşamın kontrolü olağan güçlerin (yönetici sınıfın) elinden kaçsa orada sol fikirler için büyük bir olanak doğar. Örneğin Kocaeli’deki SEKA fabrikası işçileri genellikle sağ fikirlere sahiptirler. İçlerinde bir iki sosyalist, biraz da sosyal demokrat vardır. Çoğu aşırı milliyetçidir ve HADEP’i PKK’nin uzantısı olarak görürler. Ama fabrikayı kapatma kararına karşı direndikleri günlerde onları desteklemeye gelen HADEP’lileri coşkuyla karşılayıp alkışladılar.

Fikirlerdeki bu tür kırılma anları değişimi mümkün hale getirir. Eğer bütün ülke grevlerle gösterilerle sarsılıyorsa, milyonlarca işçi bizzat bu eylemlerin içindeyse günlük yaşamın kontrolü ve dolayısıyla fikirlerin kontrolü artık önemli ölçüde egemen sınıfın elinden çıkmış demektir.

Rus devrimci lider Lenin, devrimin “yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de artık eskisi gibi yönetilmek istemediği koşullarda” mümkün olduğunu söyler.

İşçilerin bazıları (toplumsal altüst oluşlar yaşanmasa da) kendi yaşam deneyimleri nedeniyle sosyalist fikirlere ulaşabilirler. Ne var ki milyonlarca kişiden oluşan işçi sınıfının sosyalist fikirlere ikna olması ancak kitle eylem ve grevlerinin yaygınlaştığı koşullarda mümkündür. İşçilerin kitleler halinde sosyalist fikirlere kaymasını sağlayacak olan şey kendi kitlesel, kolektif eylemleridir.

Oturup bekleyecek miyiz?

Eğer sosyalizm ancak işçi sınıfının çoğunluğu tarafından kurulup korunabilecekse ve eğer işçi sınıfı ancak kitle grevleri sırasında sosyalist fikirlere ulaşabilecekse İşçi Demokrasisi oturup o günü beklemek yerine neden çırpınıp duruyor?

Devrimci bir durumun sosyalizmin zaferi ile sonuçlanmasını kafaya koymuş, işçi sınıfı içinde azınlık da olsa kökleri olan ve bugünden ideolojik, politik, ekonomik her mücadelede yer alan, birlikte hareket etmesini becerebilen devrimcilere bağlıdır. Böylesi bir devrimciler ağının yaratılması ise tek tek insanların ikna edilmesiyle mümkündür. Bugün İşçi Demokrasisi’nin yapmaya çalıştığı şey budur.

Kimleri kazanacağız?

İşçi sınıfı içinde sağ fikirlerin ağırlıkta olduğunu, solda duran işçilerin ise sosyal demokrat fikirlerin etkisi altında olduğunu biliyoruz. Ancak fikirsel olarak bize en yakın duran işçiler sol sosyal demokratlardır. Bu işçiler bu sistemin işleyişinden rahatsızdırlar, iyileştirmeler yapılması için mücadeleye hazırdırlar ama devrimin mümkün olduğuna inanmazlar. Daha sağdaki işçiler ise egemen fikirlerin etkisi altında tutucu, sistemi savunur haldedirler.

Eğer sosyalizm işçi sınıfının kendi eseri olacaksa işçi sınıfının çoğunluğunun sosyalist fikirlere sahip olması gerekmektedir. Peki bunu nasıl başaracağız?

Bilmemiz gerekir ki MHP sempatizanı, DYP taraftarı bir işçiyi etkileyip kazanabilmemiz için öncelikle işçi sınıfının oldukça büyük bir kesimini yanımıza çekmiş olmak zorundayız. Yani sosyal demokrat partilerin tabanlarındaki işçileri sosyalizme ikna etmeden daha sağda duran kitleleri kazanmak mümkün değildir.

Sosyalistler, fikirsel olarak aşırı uçta olduklarından devrimci durumlar dışında işçi sınıfı içinde azınlıkta olmayı peşinen kabul etmek zorundadırlar. Devamlı olarak “devrim ve sosyalizm mümkün, birleşirsek kazanabiliriz” propagandası yapan, milliyetçiliğe, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, eşcinsel düşmanlığına (homofobiye) , emperyalizme, her türlü zorbalık ve baskıya karşı çıkan sosyalistler işçi sınıfı içinde bir anlamda “mahallenin delisi”dirler.

Eğer işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaksa bunun için de işçi kitlelerinin devrimcileşmesi gerekiyorsa mücadele etmek isteyen ama devrimi mümkün görmeyen sosyal demokrat tabanın ikna edilmesi, onlar sayesinde de geri kalan sağ fikirli işçilerin sola çekilmesi gerekiyor. Demek ki sosyalistlerin sosyal demokrat işçileri sosyalist politikalara kazanmadan başarı elde etmesi mümkün değil. Dolayısıyla, işçilerin çoğunluğunun sosyalist bir bilinçle hareket etmesini istiyorsak, öncelikle verili durumu, yani işçiler içinde eşitsiz bilinç olduğunu kabul etmek zorundayız.

Bu nedenle sosyalistlerin en önemli işi, işçilerin çoğunun “aşırı” bulduğu devrimci fikirleri usanmadan anlatmak, pratikte uygulamaya çalışmak ve diğer insanları yaptığımız şeyleri birlikte yapmaya ikna etmeye çalışmaktır. Bunu yaparken bizi bekleyen iki tuzak vardır.

Fırsatçılık ve sekterlik

Eğer fikirleriniz işçi sınıfı içinde azınlıktaysa kendinizi işçi sınıfının “kurtarıcısı” olarak görüp geri bilinçlerinden dolayı işçi kitlelerini aşağılayabilirsiniz. Bu büyük bir tehlikedir. Verili durumu anlayıp, ona uygun politika üretemediğinizde kazanmak zorunda olduğunuz işçilerden kopmaya başlarsınız. “Doğrusu bu. Gelen gelir” diyerek sosyalizmi kurmak mümkün değildir. Çoğunluğu ikna etmek sosyalistlerin görevidir. Örneğin İstanbuldaki tersane direnişi. Tersanenin kapatılmasına karşı mücadele eden işçiler işyerlerine “tersaneyi kapatma, Yunan’ı sevindirme” pankartı astılar. Tersanede çalışan ya da dayanışmaya giden bir sosyalist, “bu işçiler milliyetçi, bunlar devrim yapsa da sosyalizmi kuramaz, benim bunlarla bir işim yok” dememelidir. Böyle derse sekter davranmış olur.

İkinci büyük tehlike ise fırsatçılıktır (oportünizm). Bu pankartı gören bir sosyalist, “işçiler direniyorlar, eylem yapıyorlar, şimdi anlaşamadığımız noktaları tartışmanın zamanı değil, nasıl olsa ilerde halledilir” diyerek sanki hiçbir şey görmemiş gibi davranırsa fırsatçılık yapmış olur.

Diyalog

Devrimciler sekter ya da fırsatçı olmamalı her fırsattan yararlanarak diyalog kurmalı ve sosyalist fikirleri yaygınlaştırmak, bilinci yükseltmek için mücadele etmelidir. Yukarıdaki örneğimize dönersek, doğru tutum, diyalog yoludur. Yani bir yandan eylemin kendisini sonuna kadar desteklemek, onun bir parçası olmak, çekip gitmemek, ama aynı zamanda da eylemcilerin yanlış bulduğumuz fikirlerini tartışmak gerekiyor.

Bilmeliyiz ki bir çok işçi eylemi basit, günlük talepler etrafında başlar. Eylemlere neden olan şeyler genellikle ücret, sosyal hak, iş güvencesi, yöneticilerin davranışları, işten atma vb konulardır. Eylemler bazen de sadece bir tek patronu değil de hükümet politikalarını, bir yasayı vb hedef alır.

Kalıcı değişikliklerin, köklü çözümün devrimle, işçi iktidarıyla sağlanabileceğini düşünen ve bunun propagandasını yapan sosyalistler bu eylemleri küçümsemezler. İşçilerin değişim, kendini savunma mücadelelerinin yanında yer alıp bu mücadelelerin kazanması için çaba gösterirler. Ufak tefek mücadeleleri kazanamayan, iyileştirmeler (reformlar) gerçekleştiremeyen bir işçi sınıfının çok daha büyük ve zorlu bir mücadele gerektiren devrimi başarmaları ve korumaları mümkün değildir. Bu nedenle sosyalistler toplumdaki zorbalığa, baskıya, ezilmeye, adaletsizliğe karşı her mücadeleyi kucaklayıp asıl sorunun kapitalizm olduğunu, gerçek kurtuluşun sosyalizmde olduğunu anlatmaya çalışırlar.

Bunu başarabilmek için de diyalog şarttır. Ortak talepler etrafında mücadele ederken farklılıklarımızı saklamak (yani fırsatçılık) yapmamak, mücadele etmek için her şeyde yüzde yüz anlaşma aramak (sekterlik) diyalog yolunu tıkayan iki büyük tehlikedir. Eğer diyalog yoksa ikna etmek ve kazanmak (dolayısıyla sosyalizm) mümkün değildir.

Nitelik ve nicelik

İşçi Demokrasisi sekterlik ve fırsatçılıktan kaçınarak işçi sınıfının sola bakan kesimiyle diyalog kurmak istiyor. Onları sosyalist fikirlere ikna etmek istiyor. Çünkü işçi sınıfının (ve dolayısıyla insanlığın) kurtuluşu ancak kendi eseri olabilir. Dolayısıyla işçi sınıfı merkezli politika yapmak asla taviz verilmeyecek bir konudur. Amaç kapitalist sistemi alaşağı edip yerine sosyalizm kurmaksa ve bunu ancak işçi sınıfı başarabilecekse sosyalistlerin bütün politikaları işçi sınıfının birliğini sağlamayı hedeflemelidir. Bu nedenle sosyalist parti toplumun diğer ezilen kesimlerinin kürsüsü olmak, ırkçılığa, milliyetçiliğe, mezhepçiliğe, cinsiyetçiliğe karşı tavizsiz olmalıdır.

Ancak partinin nitelik olarak (ürettiği politikalar, teorisi vb açısından) sağlam olması yeterli değildir. Çok iyi fikirlerinizin olması tek başına işe yaramıyor. Bu fikirlerin hayatı etkileyebilmesi için güç olmanız, yani bu fikirleri yayan, tartışan insan sayısının yeterli olması zorunludur. Yani nicelik (sayı) da önemlidir.

Arzuladığımız, inşa etmeye çalıştığımız devrimci partinin işçi sınıfı içinde sağlam kökleri olması, her işyerinde, mahallede, okulda üyelerinin olmasını sağlayamazsak devrimci durumda sosyalizmin zaferini garantileyemeyiz.

Lenin’in Bolşevik partisi Şubat 1917’de çarlığı yıkan devrimden hemen sonra böyle bir köke sahipti Bolşeviklerin en güçlü olduğu yerlerden biri olan Petersburg’daki sovyetin 1600 delegesinden sadece 40’ı bolşevikti. Halen küçük bir azınlıktılar. Ama sola bakan işçilerin tanıdığı, dinlediği, saygı duyduğu bir azınlık. Bu nedenle yıllarca “mahallenin delisi” muamelesi gören sosyalistler 7-8 aylık bir süre sonra işçi sınıfının ve sovyetlerdeki delegelerin çoğunluğunu kazanmayı başarabildiler.

Ne var ki sayısal güç tek başına yeterli değil. Örneğin 1979’da İran’da sayısal olarak yeterli bir komünist parti vardı ama fikirsel olarak yeterli olmadıkları için mollalar iktidarı ele geçirdiler ve devrim yenilgiye uğradı. 1918-23’de Almanya’da her şey hazırdı. Ancak devrimci parti esas olarak yeterince deneyime, birlikte hareket etme yeteneğine sahip olamadığı için fırsat kaçırıldı.

Kısacası nitelik ve nicelik birlikte olmak zorunda.

Liderler örgütü

İşçi sınıfının liderlerinin partisini inşa etmeye çalışıyoruz. Ama hangi liderlerinin? Türk-İş, DİSK, Hak-İş yöneticileri de işçi sınıfının liderleri değiller mi? Onları da mı örgütlemeye çalışıyoruz? Hayır. Biz, işçi sınıfının sosyalist liderlerinin partisini inşa etmeyi hedefliyoruz. Amacı sınıfsız, sömürüsüz toplum olan, bunun için sosyalizmin zorunlu olduğunu düşünen, sosyalizm için işçi sınıfının birleştirilmesi gerektiğini bilen, bu nedenle kapitalizm tarafından ezilen her kesimin kürsüsü olmakta kararlı ve dolayısıyla işçi sınıfının uluslararası düzeyde bağımsız çıkarlarını savunanların partisini kurmayı hedefliyoruz.

Biliyoruz ki bu niteliklere sahip olanlar toplumda azınlıktalar ve devrimci bir duruma kadar da azınlıkta kalacaklar. Ama devrimci bir durumu zafere taşıyacak böyle bir örgüt olmaksızın gittikçe barbarlaşan kapitalizme mahkumuz.

Özetlersek

İşçi Demokrasisi, Türkiye’nin bolşevik partisini kurmak istiyor. Bu parti, 1) İşçi sınıfı merkezli politika yapmalı, 2) Sekter ve fırsatçı olmamalı, diyalog kurmayı bilmeli, 3) İşçi sınıfı içinde kökleri olmalı, 4) Sosyalist işçi liderlerinin örgütü olmalı.

İşçi Demokrasisi ilk iki koşulu yerine getirdiği kanısındadır. Ancak 3 ve 4’üncü koşullara sahip olmadığının bilincindedir. Nasıl olacak da işçi sınıfı içinde kök salıp sosyalist işçi liderlerini çatımız altında toplayacağız? Bunun için öncelikle politik arenada güç olmak, görünür olmak, yani en azından birkaç bin kişilik bir parti olmak gerekiyor. Elbette bunu sağlarken niteliklerimizden ödün vermememiz zorunludur.

Peki nasıl olacak da sıfır noktasından işe başlayan, 1980 öncesinden gelen örgütsel bir mirasa sahip olmayan bir hareket birkaç bin kişilik güce ulaşacak? Her şey kararlı, enerji ve kapasitesi olan, uzun zaman alacak olsa da, koşullar zor da olsa devrimci parti inşasına ikna olmuş, kökleri devrimci geleneğe dayanan, sert-sağlam bir çekirdeğin yaratılıp yaratılamamasına bağlı.

İşçi Demokrasisi’nin bugün yapmaya çalıştığı şey, moral cesaret ve daha da önemlisi inatla, her şeye karşın devrimci parti inşa etmeye kararlı bir çekirdek yaratmaktır.

Biz iyimseriz. Bir işçi devrimi yenilgiye uğrarsa gelecek kuşaklar mücadeleye devam edecekler. Onlar da kaybederlerse ondan sonraki kuşak devam edecek. Bugün Türkiye işçi sınıfı Marks’ın öldüğü andaki bütün dünya işçi sınıfından daha büyük. Evet, iyimseriz, çünkü gelecek her yerde işçi sınıfına aittir.

Bu iyimserliğimizi paylaşan, bu hedefe ulaşmak için “çorbada benim de tuzum olsun” diyen herkesi İşçi Demokrasisi Partisi kuruluş çalışmalarına katılmaya çağırıyoruz.

bu yazının orjinali, www.idep.tc adresinden alınmıştır.

ANA SAYFA