ANA SAYFA

KAPİTALİZMİN KISA BİR TAHLİLİ

Sınıf Mücadelesi

Artı değer

Rekabet ve Tekelcilik

Gelir dağılımı

Bunalım ve Depresyon

Emperyalizm ve savaş

Devlet ve Din

 

Sınıf mücadelesi

Kapitalist toplumda iki sınıf vardır

1-Çalışmadan yaşayabilen asalaklar, yani sermaye sahipleri

2-Çok çalıştığı halde karnını ancak doyuran alt sınıf veya biraz daha iyi durumda olan yöneticiler gibi orta sınıf insanlar(sonuçta hepsi işçi sınıfı)

Şimdi diyeceksiniz ki, sermaye sahipleri de bişiler yapıyor, size sadece bi rakam vericem, sanayi sektöründeki ilk 500 şirketin karlarının %83'ü üretim dışı gelirlerden yani repodan, ranttan, faizden v.s'den geliyor. yani adam kıçını devirip otursa bile, hiç üretim yapmasa bile bu parayı kazanacak, neden çünkü adamın parası var, neden parası var, çünkü babasından kaldı, babasına nerden kaldı, ona da babasından kaldı, daha da gerilere gidersek, bir arazinin etrafını çevirdi, burası benimdir dedi, ilk başta kendi işledi sonra ırgatalra ve kölelere işletttirdi, bunu korumak için de devlet denen sistemi oluşuturdu. Miras konusu için buraya tıklayınız.

eğer sermayeye, üretim araçlarına sahip küçük azınlığa(kapitalist sınıfa) sahipseniz çalışmadan yaşayabilrsiniz. bu sınıfın dışındaysanız, çalışmadan yaşayamazsınız. kapitalist, gelirini başkalarını kendi hesabına çalıştırarak kazanır, işçi ise kendi emeği karşısında gelirini elde eder. kapitalist toplumda en çok çalışan değil, en çok sermayeye sahip olan gelirden aslan payını alır.

bu iki sınıf arasında yoğun bir mücadele vardır. bu toplumda çarkları döndüren şey kardır. kapitalist, maksimum karı elde etmek için çabalar, bunun için yöntemlerden biri de üretim maliyetlerini(emek ücreti dahil) kısmaktır. işçi de ücretini yüksek almak isteyecek, dolayısısla aralarında bir mücadele sözkonusu olacaktır. kapitalist, kapitalist olarak kalabilmek ve daha da büyümek için kar etmek zorundadır, işçi ise yaşamını sürdürebilmek için düzgün bir ücret almaya çabalamak zorundadır. yani koyun can derdinde, kasap et derdinde. işçi-işveren, sermaye-emek arasında bahsedilen uyum gevezelikten başka birşey değildir. kapitalist sınıfta bir sınıfın yararı diğer sınıfın zararına olduğu için böyle bir uyum olması kapitalizmin mantığına aykırıdır.

Artı değer

işverenin elde ettiği kar nereden gelir. işçiye ücret olarak ödenen ile işçinin hammaddeye kattığı değer arasındaki farkı, işveren kendisine alıkoyar. işte, kar buradan gelir. bu fark olmazsa olmaz. çünkü işveren işçiyi bunun için kiralar. bu farka artı-değer denir.

peki işçiye verilecek ücret ne olacaktır? en azından işçinin yaşamını sürdürebilmesi için, yemesi, içmesi, barınabilmesi için yeterli düzeyde olmalı. bunun yanında işçinin sosyal hayatına da imkan verecek düzeyde olmalıdır. ancak bir çok yerde bu ücret düzeyi bırakın sosyal hayatı, yaşam masrafarını karşılamaya bile yetmemektedir. işveren artı değerden kendisine çok fazla pay almayı tercih etmektedir.

"burada kapitalistler şöyle bir itirazla karşımıza geliyorlar. işverenler, ellerindeki parayı harcamayıp tasarruf ediyorlar, onu üretim araçları satın alarak ve bunları kullanarak değerlendiriyorlar. dolayısyla bu artı-değer onların hakkıdır. diğerleri de bu fedakarlık da bulunsun, onlar da tasarrufta bulunup, üretim aracaı alsınlar." işte kaptalistin aklı bu kadar çalışıyor, ama karl marx, bu itirazın cevabını çok güzel vermiş. "işçini karnını zor doyuruyor, hangi parayla tasarruf etsin".

Rekabet ve tekelcilik

rekabet teoriye göre güzel bir şeydi. ama kapitalistler, uygulamanın teoriye uygun düşmediğini gördüler. rakabetin karı azalttığını, anlaşıp birleşmenin ise artırdıgını keşfettiler. amaçları kar olduguna göre, rekabete ne gerek vardı. bir araya gelmek, birleşmek,tekeller tröstler, karteller oluşturmak onlar için çok daha iyiydi. tekelcilik her ne kadar devlet tarafından önlenmye çalışıyorsa da kartellere ve tröstlere dur denemiyor. rekabetçi sanayiler, iyi zamanlarında kar ederler, kötü zamanlarında ise açık verirler. ama tekelci sanayide izlenen model farklıdır. iyi zamanlarda muazzam karlar elde etmek, kötü zamanlarda ise biraz daha az kar etmek.şimdilk bunların hepsine tekelci diyeceğim.

tekelci kapitalistlerin, fiyatları diledikleri gibi saptamak durumunda olduklarını görüp analmak güç değildir. ve böyle yapıyorlar da, bazen ani zamlarla bazen aşamalı zamlarla. fiyatları, en fazla karı elde edebilecekleri düzeyde saptıyorlar. bunu ya kendi aralarında anlaşarak yapıyorlar, veya en güçlü şirket fiyatı ilan ediyor, diğerleri de "kaptanı izle" oyununa katılıyorlar. bir de sık sık olduğu gibi, temel patentleri denetimleri altında bulunduruyrlar ve gerekli üretim iznini ancak kendi çizgilerinde gitmeyi kabul edenlere veriyorlar.

ne zaman güç ve servetin birkaç elde tehlikeli bir biçimde toplandığı öne sürülse, büyük iş çevrelerinin savunucuları, manzaranın çizildiği kadar karanlık olmadığını öne sürerler. bunlar, karların gereksiz şekilde yüksek olması halinde bile, bu karların küçük bir grupta değil, hisse senetleryile milyonlaraca insana dağıtıldığını ileri sürerler. yani dev karlar, yalnızca Bay Kodaman'a değil, aynı zamanda birçok insana da gitmektedir.  bu, akla yatkın bir kanıttır ve pekçok kişiyi aldatır. ancak bu sav da boştur. hisse senetlerinin sahiplerinin sayısı çok olabilir. ama bu önemli değildir, önemli olan kaç kişinin nekadarlık bir hisseye sahip olduğudur. ve karın ortaklar arasında nasıl bölüştürüldüğüdür. bu rakamları gördüğünüzde halkın, bu hisselere mikroskobik düzeyde sahip olduğunu görebilrisniz. oysa Bay Kodaman onun büyük bir kısmına sahiptir.

Gelir Dağılımı

birçok kapitalizm yanlısı, "eğer kapitalizm yanlış bir yolsa ABD ne kadar bu kadar zengin" diye sorarlar. bu da Amerikan filmlerinin aldatıcılığına kanan birçok insanı etkiler. halbuki amerikalıların iyi yaşadıkları doğru değildir. küçük bir azınlık, lüks içinde gerçekten de kimisinin hayal edemeyeceği bir lüks içinde yaşamaktadırlar, bu doğru ama çoğu sefalet içindedir. "yüksek hayat standardı" geyikleri halkın büyük çoğunluğu için geçerli değildir. ulusun üçte biri kötü konutlarda oturuyor, kötü giyiniyor kötü besleniyor.

ancak şu da bir gerçektir ki, ABD halkının birçok ülke halkına göre daha yüksek bir hayat standardıyle yaşadığı doğrudur. fakat bu onların varlık içinde olduğunu değil, diğer ülke halklarının yoksul olduğunu gösterir.

Bunalım ve Depresyon

kar sağlayabilmek için, kaptialistler işçilerine mümkün olduğu kadar az ücret ödemek durumundadır. oysa ürettiklerini satmak içinse, kapitalisler işçilerini mümkün olduğunca fazla ödemek zorundadırlar. ikisini birden yapamaz. düşük ücret yüksek kar sağlar, ama aynı zamanda mal talebini azalttığı için karı olanaksız hale getirir. çözümlenemez bir çelişki. kapitalist sistemin çerçevesi içinde çıkar yol yoktur. depresyon, bunalım ve şu sıralarda adını daha sık duyduğumuz şekliyle kriz kaçınılmazdır.

ancak gene de kapitalist sistemin iş sağlayabileceği bir yol vardır. kapitalizmi kötürümleştiren kusurların, yani yetersiz tüketim ve aşırı üretimin giderilebileceği bir yol vardır. tepede sallanan aşırı üretimin korkusundan kurtulmanın, üretilen herşeyi karla satabilmenini bir yolu vardır. kapitalizmin öldürücü hastalığı olan bunalımın ve depresyonun tadavi etmenin bir yolu vardır: SAVAŞ. 1929 bunalımından sonra, ancak bir savaşın hazırlanması ve yürütülmesi ile kapitalist sistem, insanlara tam istihdam, malzeme, makine ve para sağlamak üzere, işlemesine devam edebilirdi. I. dünya savaşı da benzer sebeplerden çıkmamış mıydı?

Emperyalizm ve savaş

büyük boyutlu tekelci sanayi, üretici güçleri, daha önce görülmeyen bir ölçüde geliştirdi. sanayicilerin mal üretme güçler, yurttaşlarını tüketim güçlerinden dah büyük bir hızla artıyorsdu. bu, onları, mallarını anayurdun dışında satmak zorunda bırakıyordu. üretim fazlasını tutabilecek yabancı pazarlar bulmak zorundaydılar. bunları nereden bulacaklardır? tabiki sömürgelerde.

üretilen fazla mal için pazarlar bulmak zorunluluğu, sömürgeler edinme konusunda duyulan baskının ancak bir kısmıydı. büyük çaptaki kitle üretiminin çok miktarda hammaddeye gereksinmesi vardı. kauçuk, petrol, nitrat, kalay, bakır, nikel ve bunlara benzer daha bir yığın şey, tekelci kapitalistlere her yerde gerekli olan hammaddelerdi. bunlar, bu gerekli hammaddelerin kaynaklarına sahip olmak veya bunları denetimleri altında bulundurmak isterlerdi. emperyalizmi yaratan ikinci etken buydu. ama bu baskından daha da önemlisi, bir başka fazlalık için de pazar bulmak zorunluluğuydu: sermaye fazlalığı için.

emperyazlimin ana nedeni buydu. tekelci sanayi, sahibinde çok büyük karlar getirmişti. aşırı karlar. sahibinin ne yapacağını bilemeyeceği kadar çok büyük para. bu para, yurt içinde gelir getirici yatırım için kullanılabileceklerden de fazlaydı. sermayenin bir fazla birikimiydi. mal ve sermaye için pazarlarda karlar arayan bu mali ve sınai birlik, emperyalizmin başlıca kaynağı olmuştur.

20.yy'da her büyük sanayi ülkesinde, tekelci kapitalizm gelişmiş ve onunla birlikte sermaye fazlası ile ürün fazlasınını ne yapılacağı sorunu da ortaya çıkmıştır. kendi ulusal pazarlarının denetim altında bulunduran çeşitli devler, uluslararası pazarlarda karşı karşıya geldikleri zaman önce amansız bir rekabete girişirler, ardından da anlaşmalar, birleşmeler, uluslararsı karteller kurulur. dünya piyasasını bölüşmek üzere aralarında anlaşmalar yapan bu büyük uluslararası birleşmeler ile rekabetin sona ermesi ve uzun bir barış döneminin başlaması beklenir. ama böyle olmaz, çünkü kuvvet oranları sürekli değişmektedir. bazı şirketler gittikçe büyür ve kuvvetlenirken, ötekiler zayıflar ve geriler. böylece eskiden haklı ve yerinde görülen bölüşüm, artık yerinde olmaz. güçlü grup tarafında bir hoşnutsuzluk başlar ve bunu daha büyük bir pay alma savaşı izler. her hükümet kendi uyruklarını korumak için ayağa kalkar. bunun kaçınılmaz sonucu savaştır.

emperyalizm savaşa yol açar. ne var ki, savaş da hiç bir şeyi kesin olarak çözemez. bir masa etrafında çözülemez hale gelen kırgınlıklar,anlaşmazlıklar, şimdi pazarlığın yerini yokedici atom bombalarınını, sakat insanların, parçalanmış cesetlerin alması ile ortadan kalkmış olmaz. Hayıııır! pazar avı sürüp gitmelidir. tekelci kapitalizm, mal ve sermaye fazlası için alan bulmak zorundadır ve tekelci kapitalizm varoldukça yeni savaşlar olacaktır.

savaşın tek çıkış sebei bu da değildir, dev şirketler arasında değil de, devletler arasında doğup büyüyen anlaşmazlıkar yüzünden çıkan savaşların ana kaynağı da hammaddeleri ele geçirmektir(Körfez savaşı, Bosna-hersek savaşı). hadi savaş çıktı diyelim, süper güçler tarafından 1-2 günde bitirilmesi gereken bu savaşlar neden aylarca yıllarca sürmektedir. neden biliyormusunuz. tabiki ürettikleri silahları gizlice savaşan ülkelere satmak için.

Devlet ve Din

üretim araçlarındaki özel mülkiyet, kendine özgü bir mülkiyettir. bu mülkiyet, ona sahip olan sınıfa, sahip olmayan sınıf üzerinde bir güç verir. sahip olanın yalnız çalışmadan yaşamasını sağlamaz, bir yandan da sahip olmayanların çalışıp çalışmayacağı ve hangi koşullar altında çalışacaklarını saptama hakkını da verir. yani bir çeşit efendi ve hizmetçi ilişkisi kurar; kapitalist sınıf, emirler verme mevkiinde, işçi sınıfı ise bunları yerine getirme durumundadır.

bu durumda doğal olarak iki sınıf arasında sürüp giden bir çatışma olacaktır. bu durumda, mevcut mülkiyet ilişkisinin -azınlığın bu denli yararına, çoğunluğun bu denli zararına olan bu mülkiyet ilişkisinin- devamını sağlamak için bir yol, bir yöntem bulunması gerekir. zengin azınlığın, emekçi çoğunluk üzerinde, toplumsal ve ekonomik egemenliğinini sürüp gitmesini sağlayacak güce sahip bir kurumun varlığı zorunludur.

bu kurumlardan ilki devlettir. kapitalist sınıfın işçi sınıfı üzerinde egemenlik kurmasını sağlayan devletin, özel mülkiyet ilişkilerinin tümünü korumak ve sürdürmek görevidir. üretim araçalarının özel mülkiyetine sahip olanlar ile olmayanlar arasında bir çatışma olduğu zaman, mülk sahipleri, devletin kişiliğinde, mülksüzlere karşı güçlü bir silah bulurlar.

bizi, devletin, bütün sınıfların üzerinde olduğuna inandırmaya çalışırlar. O, zengin yoksul, yüksek alçak, herkesi temsil eder derler. ama aslında, kapitalist toplum, özel mülkieyete dayandığından, özel mükiyete karşı yapılacak her davranış karşısında, gereğinde şiddet kullanmaya kadar varan devleti  bulacaktır. kaptalizmin kurucusu sayılan Adam Smith bile şöyle demiştir: "sivil hükümet, mülkiyetin güvenliğini korumak için kurulduğu sürece, aslında zenginliğin yoksula karşı veya biraz malı mülkü olanını olmayan karşı savunulması için kurulmuştur". yani ekonomik egemenliğe sahip sınıf, devlet yönetimine de sahiptir.

aklınıza şu soru gelebilir: madem ki devlet mekanziması kapitalist sınıfını denetimi altındadır ve onun çıkarına işlemektedir, kapitalistlerin gücünü düzenlemek ve sınırlandırmak için hazırlanan kanunlar, neden yasalarda yeralmaktadır? Cevap: devlet, ancak zorlandığı taktirde, mülksüzler adına, mülk sahiplerine karşı harekete geçer. şu veya bu çatışma noktasında boyun eğmek zorunda kalır, çünkü işçi sınıfndan gelen baskı okadar büyüktür ki, ödün vermek zorunludur. yoksa "yasa ve düzen" tehlikeye girdiği gibi, daha da kötüsü (tabiki egemen sınıf açısından daha da kötüsü) devrim bile olabilir. ama unutulmaması gerekn nokta şudur; böyle dönemlede elde edilen bütün ödünler, mevcut mülkiyet ilişkileri sınırları içerisindedir. kapitalist sınıfın ana çerçevesi, hiç dokunulmadan öylece durmaktadır. ödünler bu çerçeve içinde verilmektedir. egemen sınıfın ortak amacı, bütünü kurtarmak için bir noktada boyun eğmektir.

devlet, bir sınıfın öteki sınıf üzerinde egemenliğini kurmak ve sürdürmek için bir araç olduğuna göre, ezilen çoğunluk için gerçek özgürlük var olamaz. duruma ve koşullara bağlı olarak şu veya bu derecede özgürlük verilecektir, ama son tahlilde, özgürlük ve devlet sözcüklerii sınıflı bir toplumda bir araya getirilemez.

sadece devlet midir, bu iki sınıfın arası ilişkiyi düzneleyen, hayır. bir de zaten varolan dini kullanama düşüncesi. kapitalistler, kimisi kasıtlı oalrak kimisi farkında olmadan dini kullanır ve isyan edecek potansiyele sahip insanların bu aşırı duygularını bastırırlar veya bunu din adamlarına yaptırılar. din adamlarından bazıları da bunu bilerek bazıları da bilmeyerek yapar. onlara öteki dünya düşüncesini aşılarlar. önemli olanın bu dünyadaki varlık değil, öteki dünyadaki cennet ödülü olduğunu ve aslında yüce bir varlığın onları sınava tabi tuttuğunu anlatırlar. insanlar da pek tabiki bu haksızlıklara öteki dünyada alacakları mükafat için razı olurlar. kendilerinin ödüllendireleceğini, ezenlerin ise cezalandırılacağını düşünürler.

ANA SAYFA